Sayfalar

HOŞGELDİNİZ, ŞEREF VERDİNİZ...

29 Kasım 2010 Pazartesi

Onlar da acı çekiyor sayın Başbakan



Şamil TAYYAR / STAR 29.11.2010

İktidar Partisi, seçimlere az bir zaman kala parlamentoda çoğunluğu sağlayamadığı için hayati öneme haiz kanunları çıkarmakta zorlanıyor. Başbakan Erdoğan da haklı olarak isyan ediyor: “Bize acı çektirenlerle yola devam etmeyiz.”
Asli işi yasama faaliyeti olan milletvekillerinin meclis devamsızlığının istisnai durumlar hariç hiçbir makul gerekçesi yoktur.

Eğer soruna “sonuç” üzerinden yaklaşıyorsak...

“Sebep-sonuç” ilişkisi kurarak, meclis devamsızlığına yol açan psikolojik ve siyasi faktörleri değerlendirirsek, bardağın “dolu” tarafı kadar “boş” tarafının olduğu görülecektir.

Sözün özü, milletvekilleri de acı çekiyor.

Geçen gün KİT Komisyonu’nda bir milletvekili, kanser hastası bir personel için Ziraat Bankası Genel Müdür Yardımcısı’nı üç defa aradığını, arama gerekçesini sekretere not ettirdiğini, fakat ulaşamadığını anlattı.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı bir milletvekili, ekonomiyle ilgili bir bakana, “Bir projeyle ilgili geçenlerde bir bürokratı aradım, telefona bile çıkmadı” diye serzenişte bulundu, bakanın cevabı aynen şöyle: “Bunları büyütme, o adam benim de telefonuma çıkmıyor.”

Gayri ciddiliğin bu kadarına pes doğrusu...

Rastgele 20 milletvekilini arayın, size, kendilerini tınlamayan sayısız bürokrat hikayesi anlatır.

Ya valiler?

Milletvekillerinin telefonuna çıkmayan, önünden kaçan, taleplerine sırt çeviren vali sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.

Sorun bürokrat ve valilerle sınırlı kalsa iyi...

AK Partili milletvekilleri içinde bakanlara, genel başkan yardımcılarına hatta danışmanlara ulaşamayanlar var. Ağırlıklı olarak milletvekillerinin hatırlandığı anlar, Meclis Genel Kurulu’ndaki oylamalardır. Grup yönetimi, milletvekillerinin cep telefonlarına SMS atar, acilen oylamaya çağırır.

Facebook ve twitter gibi sosyal paylaşım ağlarını “mekanik/soğuk” bulduğu için yüz yüze

görüşmeyi salık veren başbakanın aksine milletvekilleriyle diyalog kapısı SMS ile aralanır

çoğu zaman.

Nasıl seçmenin kendini özgür hissettiği alan sandık başıysa ve hesabını sandıkta soruyorsa, milletvekilleri için de özgürlük alanı meclis genel kuruludur, ihtiyaç duyduğunda mesajını buradan verir.

Riski yüksektir, ama kimi zaman denenen bir yoldur. Kaldı ki, mevcut milletvekillerinin, en azından çoğunluğunun böyle bir hesaplaşma içinde olduğunu pek düşünmüyorum. Ufukta gözüken seçim, ayarlarını bozmuş olabilir. Yeniden seçilebilmenin siyasi zeminini güçlendirmek için yerel faaliyetlere ağırlık vermiş olabilirler.

Elbette sahilde tekne keyfi çıkaranlar vardır, ama istisnai olduğu kanaatindeyim.

Unutulmasın; bu milletvekilleri tüm baskılara direnmiş, yeni anayasa için gece gündüz mecliste çalışmış, her türlü övgüyü hak etmiştir.

Sadece devrim niteliğindeki bu anayasa için bile devamsızlığa kör kalınabilir, bağra taş basılıp acılar kalbe gömülebilir.

İlla bir hesap sorulacaksa; milli iradenin temsilcilerini itibarsızlaştıran, değersizleştiren, dolayısıyla “halk için siyaset” anlayışını paspasa dönüştüren bakanlar, genel başkan yardımcıları, bürokratlar ve valilerden de hesap sorulmalıdır.

Sayın başbakan, siz acı çekiyorsunuz haklısınız, onlar da acı çekiyor. Acılarını paylaşmak için size ulaşmaya çalışıyorlar ama yoğun temponuz yüzündün mümkün olmuyor. Son Kızılcahamam kampında çok sayıda milletvekili, “Size ulaşamıyoruz” diye sitem ettiğinde “Bu yoğunluk içinde nasıl görüşeyim?” demiştiniz.

Doğrudur, ama hükümette, partide ve bürokraside “vekalet” verdiğiniz ya da “vekiliniz” gibi davranan şahısların sizi “kalkan” yaparak iktidar adacıkları oluşturmasına lütfen izin vermeyin.

İnanın, bu anayasa kahramanları cezadan çok sevgiyi hak ediyor.

28 Kasım 2010 Pazar

Mesut Yılmaz ve Meral Akşener tanık olsun

Fehmi KORU / YENİ ŞAFAK 28.11.2010

CHP sözcüleri "Bu bir sivil darbe" diyorlar. MHP genel başkanı Devlet Bahçeli ise, eleştirisini, "Ordu yıpratılıyor" itirazı üzerine kurmuş görünüyor. Medyadaki malum koro, hep bir ağızdan, bakanların yasadan aldıkları 'açığa alma' yetkisini kullanmalarını bir kulp bulup kınıyorlar.

Yıllardır yürürlükte olan bir yasanın geçmişte o kadar gerekli ortam doğduğu halde ilk kez şimdi kullanılmasının üzerinde duran neredeyse yok gibi.

Türkiye, asker-sivil ilişkilerinin demokratik bir zemine oturmadığı nadir demokratik ülkelerden. Yakın geçmişte kimbilir kaç kez askerlerin sivillere çektiği 'balans ayarı' olayı yaşandı.

Unutanlarınız olabilir diye isterseniz birlikte hatırlayalım:

Bu ülkenin bir başbakanı gerekli gördüğü bir politik tavrı niçin uygulamaya koymadığını, 'sessiz sinema' usulü, omuzuna elle yıldız işareti koyarak açıklayabilmişti gazetecilere... "Bu bir sivil darbe" diye bağıran CHP'li Kemal Anadol aynı sıraları paylaştığı eski başbakanlardan Mesut Yılmaz'dan bir kere daha dinlemeli o öyküyü...

İçişleri bakanlarından biri de, emrindeki Jandarma genel komutanının kendisini kazığa oturtacağı tehdidini savurduğunu müsteşarından işitmişti. MHP'li Meclis başkanvekili Meral Akşener içişleri bakanlığı günlerinde yaşadığı olayı orduyu kim/ler/in yıprattığı konusunda fikir sahibi olması için partisinin liderine (gerekiyorsa bir kez daha) anlatmalı..

Daha vahimi de yaşandı bu ülkede: Bir başka başbakan (Necmettin Erbakan), bir subayın kendisi hakkında kullandığı çok galiz bir küfürü sineye çekmek zorunda bırakılmıştı. Küfürbaz ilk YAŞ toplantısında terfi bile aldı.

Gerilerden örnek aramaya gerek yok; son Cumhuriyet Bayramı kutlamasına, devletin başı olma yanında 'başkomutan' sıfatı da bulunan Cumhurbaşkanı'nın davetine ve kamuoyunun ısrarına rağmen, tek bir komutanın katılmadığı bir ülke burası...

Siyasiler böyle bir ülkede hangi 'sivil darbe'den, hangi 'yıpratma'dan söz edebiliyor, şaşarım doğrusu...

İsterseniz şimdi olan bitene bir de yukarıdaki bilgiler ışığında bakalım.

Askerin geçmiş olaylardaki tavrını aklımızda tutarak, bakanların, TSK Personel Kanununun verdiği yetkiyle, iki general ile bir amirali 'açığa alması' olayına yakından baktığımızda, Genelkurmay'ın sergilediği tavrın hayli sorunlu olduğunu görüyoruz.

Yasaların sivil otoriteye verdiği yetkinin kullanılmasını boşa çıkarmaya çalışıyor asker...

Peki askerin böyle bir yetkisi var mı?

Bu tür konular ne zaman açılsa, birileri, askerin hukuka, demokrasiye ve özellikle Cumhuriyet'e bağlılığından söz eder. Askerin günlük siyasete müdahalesinin veya doğrudan yönetime el koymasının şartı olarak da "Cumhuriyet'in tehlikeye düşmesi" gösterilir. Üç subayla ilgili sorun herhangi bir biçimde Cumhuriyet'le ilişkili değil; tam tersine yargılandıkları konu 'darbe girişimi' iddiası olduğu için demokrasiyle, 'açığa alınmaları' yasal yetkiyle olduğu için de hukukla ilişkili...

Hukuki açıdan haklı olan siyasiler, bu ihtilâfta... Cumhuriyet ve demokrasi açısından da...

Asker üç subayın terfi etmesi için neden bu kadar ısrarlı acaba? Yapılan resmi açıklama ortada, sivillerin kararlı tutumuna rağmen kuralları zorlayarak ve askeri yargıyı da güç duruma düşürerek, illâ kendi dediklerinin olmasını istiyorlar. Neden acaba?

Özellikle olan bitene "Bu bir sivil darbe" tepkisini verenler ile "Ordu yıpratılıyor" diyenlerin bu temel soru üzerinde düşünmesinde yarar var.

Türkiye sivil-asker ilişkilerinin iki tarafı da rahatlatacak demokratik bir düzleme oturacağı günlere hızla yaklaşıyor.

CHP ve MHP de bu sürece destek vermeli.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Vay vay vay Işık Paşama bak

Şamil TAYYAR / STAR 26.11.2010

Öncelikle Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı 3 generalle ilgili açığa alma kararlarından dolayı kutluyorum. Keşke, bu kararı, Balyoz İddianamesi’nin İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde kabul edildiği 19 Temmuz 2010 günü alsalardı daha şık olurdu ama buna da şükür.

Bu kararla, milli iradeye tabi olmak istemeyen ve Züğürt Ağa misali siyasi gücünün tükendiğini kabullenmeyen askeri vesayetin blöfü görülmüştür

Hazindir, İstanbul’un ücra köşesindeki kahvehanelerde çiğ köfte satarak her şeye rağmen saltanatını (!) sürdürmek isteyen Züğürt Ağa’ya rahmet okuturcasına, inatla direnç içindeler.

Genelkurmay Başkanlığı’nın dünkü 21 maddelik açıklamasında yer alan bazı hususlar, bu vahametin izleriyle doludur.

Açıklamanın 17. maddesini dikkatle okuduğunuz zaman 3 generalin bireysel inisiyatifle değil komuta kademesinin yönlendirmesiyle harekete geçerek siyasi otoritenin karşısına dikildiklerini anlıyorsunuz.

Başbakanlık, 21 Ekim 2010 günü Genelkurmay’dan Milli Savunma ve İçişleri aracılığıyla 3 generalin emekli edilmesi için gerekli belgelerin hazırlanmasını istiyor. Genelkurmay, 22 ve 26 Ekim tarihlerinde iki bakanlık aracılığıyla başbakanlığa gönderdiği cevabi yazıda, emeklilik talebini reddediyor, bununla yetinmeyip 3 generalin terfi ve atamalarının yapılmasını istiyor.

Yani, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner, emekliliğe karşı çıktığı gibi Başbakan Tayyip Erdoğan’a terfi ve atamaları dayatıyor.

Vallahi başbakan sabırlıymış.

2 Kasım’da yürütmeyi durdurma kararının kaldırılması yönünde ikinci kez Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne başvuruyor, talep 5 Kasım’da reddediliyor. 22 Kasım’da ise 3 gene

ral açığa alınıyor.
Hükümet, tam bir ay Genelkurmay’ın insafa gelmesini bekliyor, olmayınca TSK Personel Kanunu’nun 65. maddesindeki yetki kullanılarak açığa alma işlemi gerçekleştiriliyor.

Bu süreci izleyince insanın içinden “Aslında ilk görevden alınacak isim Genelkurmay Başkanı imiş” diye geçiyor ama yapılmadığına göre devlet yönetmek köşe fantezisinin boyutlarını aşıyor olmalı.

Ama artık Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapan her subay şunu kafasına soksun: Şapka siluetiyle gazete manşetlerinden hükümeti kontrol etme dönemi geride kaldı. Hele rest çekerek, meydan okuyarak, efelenerek post elde etmek imkansızdır. Sadece bir miktar koltuk süreniz uzar. Onun da emekliliğe faydası olmaz.

Siyaset, siyasetçilerin görevidir. Sizin görev sınırlarınız tel örgülerin ardıdır, garnizon kapısından başlar. Ayrıca, devlet, siz değilsiniz. Rejimin bekçisi de... Devletin esas koruyucusu bu millettir, siz de onun bir parçasısınız.

Böyle biline...

Bilen, bilmeyene öğretsin. Öğretmenin yaşı yoktur.

Bu arada bazı mahcup demokratlar, diğer Balyoz Davası sanığı muvazzaf subaylarla ilgili işlem yapılmayıp açığa alma kararının Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne başvuran 3 generalle sınırlı tutulmasını “intikam” olarak görüyor, zamanlamaya dikkat çekip “Neden şimdi?” diye soruyor.

Aslında hükümet, bu mahcup demokratları da kırmayıp halen görevine devam eden Balyoz sanığı 3 korgeneral, 2 koramiral, 5 tümgeneral, 6 tuğgeneral, 1 tümamiral, 5 tuğamiral olmak üzere 22 generali açığa alsa hiç fena olmaz.

Sayın başbakan ne dersiniz?