Hakan ALBAYRAK / YENİ ŞAFAK 18.08.2010
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek bir televizyon programında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun annesinin Ermeni olduğunu söylediğinde benim yüzüm kızardı.
BENİM yüzüm kızardı, çünkü Melih Gökçek bunu yüzü kızarmadan söyleyebildi.
İnsanları soy-sop üzerinden vurmaya kalkmak ne ayıp şey.
'Bütün etnik kimliklere saygılıyız. Anne tarafından Ermeni olması hiç sorun değil, ama bunu gizlemesi yakışık almıyor. Ermenilik utanılacak bir şey değil ki...' teviline kim inanır?
Melih Gökçek'in durduk yerde "Kılıçdaroğlu anne tarafından Ermeni'dir" diye 'ifşaatta' bulunması, Ermeni sıfatının Anadolu'daki menfi çağrışımlarını CHP'ye karşı 'harekete geçirmek' niyetinden başka ne ile izah edilebilir?
Peki, ahlaki mi bu?
O televizyon programını seyrederken, "İnşaallah Başbakan Erdoğan da seyrediyordur. Seyrediyorsa, programdan sonra Melih Gökçek'i muhakkak arayacak ve insanları soy-sop üzerinden vurmaya kalkmanın Müslüman'a yakışır bir davranış olmadığını kendisine hatırlatacaktır" diye düşündüm.
Gerçekten öyle düşündüm.
Ve...
Başbakan Erdoğan'ın -Gaziantep'teki konuşmasında- "Ben buradan muhaliflere sesleniyorum; önemli olan boy değil, önemli olan soy, soy!" dediğini duyduğumda, başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki.
"Önemli olan soy" mu?
Nerede?
Hangi kitapta?
Bizim kitabımızda var mı öyle bir şey?
Olmadığını gayet iyi bilen ve ırkçı zihniyetle mücadele adına demokratik açılım sürecini başlatan Erdoğan'ın "SOY, SOY!" diye bağırması hiç olacak şey değildi; nasıl oldu bu?
"Nasıl olduysa oldu... Bu hususta Kemal Kılıçdaroğlu'nu savunmak boynumuzun borcudur!" dedim kendi kendime.
Dedim, ama...
Kılıçdaroğlu da Erdoğan'ın soyuna laf dokundurmasın mı?
Rize mitinginde "Recep Bey, soya-sopa girersen sınıfta kalırsın" diye konuşarak, Erdoğan'ın soyunda bir 'problem' olduğu imasında bulunmasın mı?
Skandal üstüne skandal.
Bu 'tartışma'yı Türkiye'yi hiç tanımayan bir yabancıya nakledip "Ne diyorsun?" diye sorsanız, herhalde "Türkiye siyaseti iktidarıyla-muhalefetiyle ırkçı" cevabını alırsınız.
Dışarıdan bakınca gerçekten öyle görünüyor.
Ve kendimize ara sıra dışarıdan bakmamızda fayda var.
Yılmaz ÖZDİL / HÜRRİYET 19.08.2010
İşlerine geldiği zaman “Hepimiz Ermeniyiz” der bunlar, işlerine geldiği zaman “Bunun anası Ermeni” der...
Halbuki, ne hepimiz Ermeniyiz, ne de bir annenin Ermeni olmasıdır önemli.
*
Bakın, hazır “Soy önemli soyyy” diye bağırılırken, yaşanmış öykü anlatayım size.
*
Derviş Özer, tıp doktoru. Aynı zamanda, heykeltıraş. 90'lı yılların başı... Tatile giderken, Afyon'da mola verir. Çay bahçesine kalabalık bir grup insan gelir o sırada, üstleri başları perişan, alayı gariban, ağlamaktan gözleri şişmiş... “Hayrola?” der. Şehit cenazesi taşıyan köylülerdir.
*
O gün 3 yaşında olan ve ortalıkta neşeyle hoplayıp zıplayan kızına bakar, bir de köylülere... Bir yanda saçının telini dünyaya değişmeyeceği evladı, bir yanda evladını vatan için toprağa vermiş baba... Utanır...
“Bi şey yapmalıyım” der.
“Bu çocukları ölümsüzleştirmeliyim.”
*
“Şehit Ağacı” projesi hazırlar.
*
Terör şehitlerini künyelere yazacak, künyeleri ağaca takacak, çocukların birer yaprak gibi ebediyen salınmasını sağlayacaktır o ağacın dallarında...
Hayata geçirmek için aradığı fırsatı, anca 2003'te bulur. Resim Heykel Müzesi'nin açtığı yarışmaya katılmaya karar verir.
*
İstanbul'a gelir, künyeleri almak için Tahtakale'ye gider. Sorar soruşturur. Herkes aynı adresi verir. Ermeni bi usta...
Dükkana girer, anlatır.
O güne kadar hiç düşünmediği detaya dikkat çeker Ermeni usta, “Paslanmaması lazım” der, “Evlatlarımız ebediyete kadar ışıl ışıl olmalı.”
*
Olmalı ama, en pahalısıdır o bahsettiği künyeler, tanesi 1 lira 25 kuruş... “Ticari iş değil bu, takma kafana” der Ermeni usta, “Vatan işi” der... 5'te 1 fiyatına, kâr falan almadan, hatta zarar ederek, 25 kuruştan verir. 3 bin künye... “Haftaya gönderirim” der. Tam gününde gönderir.
*
Sonra, kısmet olmaz, araya başka işler karışır, hazırlandığı yarışmaya katılamaz heykeltıraş... Künyeleri paket halinde evinin deposuna kaldırır.
Taa ki, amacına ulaşacağı 2009'a kadar.
*
Ankara Kızılcahamam Belediyesi, Şehit Fatih Duru Parkı yapmaktadır. Başvurur... Belediye “Başımızın üstünde yerin var” der... Kurumuş bir sedir ağacı, gövde olur.
Ancak, bi sorun vardır.
Şehit sayısı 6 bini geçmiş, eldeki künye sayısı ise sadece 3 bindir.
*
Parkın açılışına yetişme kaygısıyla, İstanbul'a gelmez, Ermeni ustanın ismini telefonunu da kaydetmemiştir, internete girer, eksik künyeleri tamamlamak için askeri malzeme satan tüccarlarla temasa geçer. “Paslanmaz istiyorum” der. “Abi merak etme, künyenin kralı bu” garantisi verirler. Zaman dar... Ermeni ustanın 25 kuruştan sattığı künyeleri, 1'er liradan alır.
*
Tek tek isimleri yazar, takar sedir ağacının dallarına, Cumhuriyet Bayramı'nda açılışı yapılır. Medya ilk gün hücum eder, Türkiye ağlayarak seyreder, sonra unutulur gider.
Ve, kış...
*
Sadece tebrik yağmaz tabii.
Yağmur da yağar.
*
Şehit Ağacı'nın 3 bin yaprağı ışıl ışıl parlıyor hâlâ; gerisi paslandı...
*
“Vatan işi bu, evlatlarımız ebediyete kadar ışıl ışıl olmalı” sözü kulağında çın çın çınlayan heykeltıraş, ağlayarak, tek tek değiştirmek zorunda kaldı, Türk tüccardan aldığı künyeleri.
*
Bize de, bu satırları yazmak kaldı.
Yüreğimizdeki isyanla...
*
Soy sop filan değildir önemli.
Milleti kimin soy'duğudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder