Sayfalar

HOŞGELDİNİZ, ŞEREF VERDİNİZ...

26 Nisan 2010 Pazartesi

Bedelli ve Cinayet

Ahmet ALTAN / TARAF 26.04.2010


Yalanlarla ve yasaklarla toplumun çevresine örülen kalın duvar, şimdi “gerçekler” ortaya çıktıkça orasından burasından yıkılıyor.

O “duvarda” açılan her gedik insanlara yeni yaşama ve tartışma alanları açıyor.

Hiç görülmeyenler görülüyor, hiç konuşulmayanlar konuşuluyor.

Gördükçe, konuştukça, bu ülkenin yıllarını nasıl anlamsız ve tehlikeli “tabuların” içine hapsolarak yaşadığını da daha iyi anlıyoruz.

Bu yeni açılan alanların en başında gelenlerinden biri ordu.

Ordunun içindeki sorunların, darbe hazırlıklarının, disiplinsizliklerin farkedilmesi, insanların askerlikle ilgili sorunları da rahatça tartışmaya başlamasına neden oldu.

Şimdi binlerce genç, gazeteleri ve yetkilileri e-mail bombardımanına tutarak “biz askere gitmek istemiyoruz, bedelli askerlik çıksın, hayatımız çalınmasın” diyor.

Artık bu çağda “zorunlu askerlik” kurumunun varlığını sürdürmesinin zor olduğunu biliyoruz.

Ama anlayabildiğimiz kadarıyla bizim generaller, “başörtüsüyle”, fişlemeyle, “eylem planlarıyla” o kadar meşguller ki kendi meslekleriyle ilgili ciddi çalışmaları yok.

Bugün parlamento, “zorunlu askerliği kaldırıyoruz” dese, ordunun böyle bir planı yürürlüğe koyabileceğinden, bu konuda ciddi hazırlıkları olduğundan çok kuşkuluyum.

Askerî konularda toplumun ve parlamentonun “söz hakkı” olmadığı yanılgısına öylesine kaptırmışlar ki kendilerini, toplumdaki gelişmeleri, dünyadaki değişimleri takip edebilecek hazırlıkları yapmamışlar.

Teknolojisi kuvvetli profesyonel bir ordu kurabileceğimize inanan kaç kişi var?

Bu ihtiyacın herkes farkında ama bunu yapabilecek kapasitede bir orduya sahip olduğumuzdan herkes kuşkulu.

Ordu ise kendi “hazırlıksızlığını”, askerî konulardaki “proje” eksikliğini, hep aynı mazeretin ardına saklıyor:

“Bizde terör var.”

Genç insanların, çalışmalarını, kariyerlerini, hayatlarını sürdürebilmek için güçlü bir şekilde talep ettikleri “bedelli askerlik” de aynı mazerete tosladı.

“Bizde terör var.”

Ordu, insanların hayatlarından önemli bir parçayı zorla koparmak istiyor ve “terör” mazeretinin arkasına saklanıyor.

“Terör örgütü” dedikleri PKK’nın devletin resmî açıklamalarına göre beş bin militanı bulunuyor.

PKK’nın elinde tank yok, top yok, uçak yok, gemi yok, denizaltı yok, zırhlı araç yok.

Tankı, topu, uçağı, helikopteri, gemisi olmayan “tüfekli” beş bin kişiye karşı ordunun kaç kişisi bulunuyor?

Bilinen rakamlara göre 730 bin asker.

Beş bin kişiye karşı 730 bin kişiyi yeterli bulmayan generaller daha da asker almak istiyorlar.

Bu, sizce övünülebilecek bir durum mu?

Başarılı bir yöntem mi?

Savaşın yirmi beş yıldır sürdüğüne bakılırsa “başarılı” bir yöntem değil.

Dolayısıyla geçerli bir “mazeret” de değil.

Demokratik açılımlarla durdurulması gereken savaş bir türlü durdurulamadığı, gerekli açılımlar bir türlü yapılamadığı için çocuklar kurban ediliyor.

Anlamsız bir savaşı sürdürmenin de, o anlamsız savaşta acemi gençleri kurban etmenin de mantığı yok.

Neresinden bakarsanız bakın “mantıksız” bir durumla karşı karşıyayız.

Mantıklılık bir “sistem” olduğu gibi, mantıksızlık da bir sistemdir, onun için biz bu mantıksızlığı askerle ilgili her konuda görüyoruz.

Savaşı sona erdirmemek de, siyasete karışmak da, “başörtüsünü” ordunun en önemli meselesi sanmak da, zorunlu askerliği kaldırmamak da, “bedelli” askerliği engellemek de aynı mantıksızlığın sonucu.

Mantıksızlık bu ölçülere varınca, Danıştay cinayetinin arkasından Ordu Yardımlaşma Kurumu OYAK’a ait güvenlik şirketinin çıkması da, Danıştay’ı gören Sıhhiye Orduevi’nin “kamera kayıtlarının” kaybolması da “normal” karşılanıyor.

Bedelli askerlik konusunda neredeyse hiç susmayan emekli generaller bu konuda ağızlarını bile açmıyorlar.

Topluma bir açıklama borçlu olan ordu da bu konuda susuyor.

Sanki bu ülkede bir “toplum” yok, o toplumun ihtiyaçları, istekleri yok.

Bir ordu var ve sadece onun istekleri var.

Bu durumu değiştirmeliyiz.

Bunu değiştirecek olan da generaller değil, onlar herhangi bir şeyi değiştiremezler, bunu değiştirecek olan “toplumun” sözcüsü durumunda olan siyaset.

Siyasetçilerin ödleklikten vazgeçip bu “mantıksızlığı” artık bitirmesi gerekiyor.

Toplumun siyasetçisi mi onlar yoksa ordunun siyasetçisi mi?

Bilsinler ki bu halk onlara oylarını her mantıksızlığa “evet” desinler diye vermedi.

Çocukları kurtaramadıktan sonra siyasetin bu topluma ne faydası var?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder