Sayfalar

HOŞGELDİNİZ, ŞEREF VERDİNİZ...

18 Nisan 2010 Pazar

Osman Can’a “suikast”...

Cengiz ÇANDAR / REFERANS 18.04.2010

Bu yazının dün yayımlanması gerekiyordu. “Ahmet Türk ve medyanın Ogün Samast’ları” başlıklı yazımın ertesi gün Hürriyet gazetesiyle ilgili bir yazı sanki Hürriyet’e karşı bir kampanya yürütüyormuşum gibi bir izlenim uyandırır düşüncesiyle erteledim. Hata etmişim.

Ertelememiymişim.
Taraf gazetesinin dünkü birinci sayfasını görünce, Ahmet Altan’ın “Aile” başlıklı şapka çıkarılacak yazısı ile Ergun Babahan’ın Star gazetesinde aynı konudaki köşesini okuduğumda geriye düşmüş olmaktan ötürü yüzüm kızardı. “Kişilik suikastı” ya da “kişilik katli”nin ne olduğunu gayet iyi bilen, buna defalarca, üstelik çoğunlukla Hürriyet gazetesinin “kalemleri” tarafından maruz kalan birisi olarak Osman Can’a yönelik “kişilik katli”ne çok daha çabuk tavır almalıydım.
Zaten 16 Nisan tarihli Hürriyet gazetesini elime aldığımda, o anda“utanç duygusu” ve öfkeyle yüzüm kızarmıştı. Hürriyet logosunun üzerinde tanıdık bir insanın fotoğrafı, Osman Can. İster istemez, göz, Osman Can fotoğrafı üzerine odaklanıyor. Fotoğrafın üzerinde ise sürmanşet: “Yargıda savaş bel altına indi”.
Sürmanşeti okuduğunuz vakit, Osman Can’ın eşiyle ilgili, hiçbir haber değeri taşımayacak ve kamuyu asla ilgilendirmeyen “belden aşağı vuruş”un Hürriyet’in birinci sayfasına taşındığını görüyorsunuz.
“Yargıda savaş bel altına” inmiş falan değil, “bel altına inen” Hürriyet gazetesinin kendisi. Demokrat Yargı Derneği’nin EşBaşkanı Doç. Dr. Osman Can’a yönelik bu “kişilik katli”ne, tam karşısında yer aldığı Yarsav bile karşı çıktı. “Yargı mensuplarına bugüne kadar yapılan tozlu mermili tehdit mektupları ve fiili tüm saldırılara karşı olduğu gibi özel yaşama ilişkin saldırıları da Yarsav olarak şiddetle kınıyoruz” diye açıklama yaptı.
Böylece Hürriyet’i “ofsayta” düşürmüş oldu.
*** *** ***
Açık söyleyeyim, Hürriyet’in 16 Nisan tarihli birinci sayfasında o fotoğrafı ve sürmanşeti görünce yüzüm kızardı, utanç duydum ama şaşırmadım. Çünkü, Hürriyet’in genlerine yerleşmiş bir şey bu. Benzer örnekleri yıllar içinde defalarca gördük.
Ve şaşırdım. Hem de çok şaşırdım. Çünkü gazetenin yeni bir genel yayın yönetmeni var. Enis Berberoğlu. Bu gibi konularda, “kişilik katli”nde onun çok titiz olacağını ve Hürriyet’in genlerindeki bu bozukluğa “radyoterapi” uygulayacağını sanmıştım.
Basireti mi bağlandı acaba?
Hadi gazetesinin köşelerindeki “Ogün Samast’ları” o yerleştirmedi; onlara ve onların “orkestra şefi”ne hükmedemiyor, künyesinde Genel Yayın Yönetmeni sıfatını taşıdığı gazetesinin birinci sayfasını da mı görmüyor; gazetenin sürmanşeti ondan habersiz mi atılıyor?
Enis Berberoğlu, Başbakan’ın dış gezilerine sürekli katılıyor. Başbakan’ın “duyarlılıkları”nı yakından seziyor olmalı. Başbakan dün edebiyat dünyasının şahsiyetleri önünde konuşurken, “Ben Orhan Pamuk’a reva görülenleri elbette unutmuyorum. İfade özgürlüğü daraltıldıkça sorunların çözüm imkanı o kadar zorlaşmıştır” dedi.
“Orhan Pamuk’a reva görülenler”???
Hürriyet gazetesinin arşivine bakın, anlarsınız.
Sadece o mu? Başbakan’ın yakın geçmişte ismini andığı Ahmet Kaya’yı “kişilik katli”ne kim, neresi hedef kıldı?
Hürriyet gazetesinin arşivine bakın, anlarsınız.
Hrant Dink’le ilgili olarak da Hürriyet arşivine bakılabilir.
Enis Berberoğlu, bu “sicili” bir nebze düzeltirsin diye umut etmiştik. Hata mı etmişiz?
Hata etmediğimizi göstermek için fırsatlar tükenmiş sayılmaz.
Hürriyet, bir kez daha “kişilik suikastı” yapmıştır. Yani bu suikast “faili meçhul” türünden değildir. Enis Berberoğlu, faili kendisi değilse –ki, sanmayız- bu son “suikast”ın failini “adalet”e bir an önce teslim etmelidir.
*** *** ***
Gelelim “kişilik suikastı”nın hedefine, Osman Can’a.
Osman Can, Anayasa Mahkemesi Raportörü. Son aylarda onu sıkça televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında yüksek yargının yapısı, anayasanın demokratik meşruiyeti, yargının demokratik denetimi ve işleyiş tarzı vs. gibi konularda çarpıcı görüşler ifade ederken görüyoruz. Yarsav’ın karşısında pozisyon alacak şekilde kurulan “Demokrat Yargı” adlı kuruluşun da kurucu eş başkanı.
Anayasa Hukuku doçenti. İyi yetişmiş, kendisini iyi yetiştirmiş bir hukukçu. Doktorasını Köln Üniversitesi’nde Weimar dönemi yargısı ve anayasası üzerine yapmış. O nedenle, 1920’lerin, 30’ların Almanya’sına gönderme yapılarak, Türkiye’nin bir “sivil dikta”ya yol aldığı şeklindeki safsatalara prim vermiyor, bu konularda kül yutmuyor.
Çok yakın geçmişte, onu bizim “Tecrübe Konuşuyor” adlı televizyon programında “Yeni Türkiye’nin yeni aktörlerinden biri” diye tanıtmıştım. Her yeni dönem yeni gereksinmeleri karşılayacak yeni isimler çıkartır. Osman Can da, Sabih Kanadoğlu ismiyle simgelenen köhne hukuk zihniyetine karşı yeni biçimlenen Türkiye’nin çağdaş-evrensel hukuk anlayışını bir yandan oluşturuyor, diğer yandan dillendiriyor.
O nedenle çok önemli ve değerli bir hukuk adamı. Genç. Özellikle hukuk alanında, Türkiye’nin umut veren geleceğini simgeliyor.
Yani, Osman Can “kişilik suikastı” ya da “karakter katli” için “ideal” hedefti. Olsa olsa, bugüne kadar niçin beklendi, niçin daha önce yapılmadı diye sorulabilir.
Osman Can’a önceki gün yapılan, dün Ergun Babahan’ın ifade ettiği gibi “Çeneni kapa, yoksa başka şeyler de açıklarız anlamında mesaj.” Bu, “Türkiye’nin en büyük gazetesi” sayılan kurum aracılığıyla yapılıyor ki, etkili olsun.
Ama olmuyor. Bu tür tertiplerden medet umanlar, bunca yıldır, bunca zamandır bu yolların sökmediğini, kimseyi bu yolla caydıramadıklarını, korkutamadıklarını anlayamadılar.
Belli ki Osman Can’ı da tanımıyorlar.
Oysa biz onları çok iyi tanıyoruz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder