Sayfalar

HOŞGELDİNİZ, ŞEREF VERDİNİZ...

31 Mart 2011 Perşembe

İşin Öz’ü: Dokunan yanar



Yıldıray OĞUR / TARAF 31.03.2011

Ne Ümraniye’deki bombalar ne darbe planları…

Bundan dört yıl önce, bir savcının 33 yıl önce dokunup yandığı şeye elini uzatmaya cesaret edecek başka bir savcı aranıyordu.

Sadece bir hafta önce hükümete muhtıra çekmiş Büyükanıt’ı Dolmabahçe Sarayı’nda hayatının bundan sonraki kısmını sade bir Fenerbahçe taraftarı olarak geçirmeye ikna eden devletin kirli belgelerini teslim alacak bir savcı.

Kendini değiştirmek isteyen bir devlete yardım edecek bir savcı. Askerle, hükümetle, medyayla karşı karşıya gelmeyi kaldırabilecek bir savcı…

Bu iş için cesaretle elini uzatan savcının soyadının 33 yıl önceki savcıyla aynı olmasından itibaren küçük bir mucize gerçekleşmeye başladı.

İşin özü buydu.

Peki kimdi bu dokunulamayanlara, hatta dokunulması teklif dahi edilmeyeceklere dokunan savcı?

Daha doğrusu kimlerdendi? Bulgar göçmeni bir aileden geliyordu da esas hangi “Türk kabilesindendi?”

Solcuoğullarından mı cemaatoğullarından mı Alevioğlullarından mı?

Eşi başörtülü müydü? Oruç tutar mıydı? Gençliğinde devrimci miydi, ülkücü mü? Cemaat evinde kalmış mıydı? Odasındaki Atatürk resmi kalpaklı mıydı, sivil mi?

Ne yazdığı iddianameler ne deliler. Hakkında hüküm verirken aşiretçi Türk entelektüel dünyasının ihtiyacı olan sadece bu meşrep bilgisiydi. Ergenekon’un davadan 10 yıl önce kitabını yazmış biri puanını verdi: Sürekli tespih sallıyor…

İddianamesini bile okumaya gerek yoktu artık. İçinden devletin gizli belgeleri pis ilişkileri fışkıran iddianameler hiç okunmadı da. İddianamede deliller klasöründeki belgelerde yazanları savcıların hanesine yazacak kadar Türkiye’yi bilen İngiliz bir gazeteci neo-concu bir STK için okuyunca herkes için de okunmuş sayıldı.

Birinci İddianame çıktığında birlikte televizyona çıktığımız ünlü bir sosyalist akademisyeni gördüm geçenlerde ekranda. Nedim Şener ve Ahmet Şık için konuşuyordu. “Biz de Ergenekon denen örgütün ortaya çıkmasını istiyoruz ama” diyordu yine. Dört yıl önceki programda da aynen böyle demişti. “Destekliyoruz ama”dan sonra kurduğu tüm cümleler ise “peki o zaman neden destekliyorsun” dedirtecek cinstendi. O gün çok kötü dediği iddianame yüzünden Danıştay Davası hem de Kemalist Yargıtay tarafından Ergenekon davasıyla birleştirildi.

Savcı Zekeriya Öz’ün ikna etmesi gereken iki mahkeme oldu hep.



Biri, “Bizden onlardan” diye bölünmüş normal mahkemeler.



Diğeri her dalgadan sonra gazete ve televizyonlarda kurulan "tanırız, kesin yapmıştır/yapmamıştır" mahkemeleri.

Ergenekon davası bu aşiretçi Türk entelektüel dünyasına rağmen ilerledi. Her seferinde aynı şey oldu.

Ergenekon Ergun Poyraz’a uzandığında Başbakan aleyhinde kitap yazdığı için gözaltına alındığı iddia edildi. Adamın aylar sonra Jandarma’dan maaş bordroları çıktı.

İlhan Selçuk’un gözaltısı eleştirildi, sonra Ankara’da konuşmadığı darbeci asker kalmadığı ortaya çıktı.

Türkan Saylan’ın başında olduğu ÇYDD’nin Jandarma’daki Cumhuriyet Çalışma Grubu toplantılarına gidip geldiği, Cumhuriyet Mitingleri’nin de bu toplantılarda kotarıldığına ilişkin resmî belgeler çıktı, kimse ilgilenmedi.

Mustafa Balbay gözaltına alındığında “Muhalifler sindiriliyor, artık bu davayı biri durdursun” dendi. Birkaç hafta sonra çıkan günlüklerindeki Şener Eruygur’la istişare toplantıları sonrası herkes suspus oldu.

Soner Yalçın’ın gözaltına alınmasıyla ilgili homurtu sesi ABD Büyükelçisi’ne bile açıklama yaptırdı. ODA TV’den çıkan belgelerden sonra ise bugünlerde kimse artık onun adını anmıyor.

Ve Nedim Şener ile Ahmet Şık.

Nedim Şener’in adını da artık yüksek sesle anan yok. Ahmet Şık üzerinden karşı Ergenekon dalgası ise bize kadar ulaştı.

Daha dün aynı soruşturmada Zekeriya Beyaz ve kendileri hakkında kefil olacak sesi çok çıkan kimseleri olmayan ilahiyatçıların evleri arandığında “Masumiyet Karinesi”ni hatırlatan, “Savcılar delilleri bir an önce açıklamalı” diyen çıkmadı. Ahmet Şık kriterleri bir anda unutuldu.

Böylesine devasa bir soruşturmanın yanlışsız yürüdüğünü söylemek başka türlü bir akıl tutulmasına işaret eder.

Ama dün generallere, sevmediklerimize, kötü bildiklerimize dokunurken “cesur”, “tarihî bir iş çıkaran” “süper savcı” olan birinin, işin ucu tanıdıklarımıza, bizimkilere gelince “şüpheli”, “cemaatçi”, “intikamcı” ilan edilmesi de hiç adilane değil.

“Kazanın doğurduğuna inanıp, öldüğüne inanmamak” diye açıklamıştı bunu Sivilay Abla.

Bu paranoyakça Ergenekon septisizmi Savcı Zekeriya Öz’ün en büyük talihsizliği oldu. Herkesin desteklediği ama kimsenin okumadığı, herkesin tarihî olduğunu söylediği ama kimsenin tam olarak güvenmediği bir davaya bakmak. Her operasyonda “tarihî bir hesaplaşma mı” yoksa “muhalifleri sindirme operasyonu mu” olup olmadığı hakkında yeniden karar verilen bir davanın savcısı olmak. İktidarın da her zaman siyasi hesapları, kamuoyundaki tepkilere bakarak arkasında durduğu ya da durmadığı bir davanın savcılığını yürütmek.

Referandumda “yargı bağımsızlığı elden gidiyor”, “AKP kendi yargısını yaratıyor” diyenler muhtemelen bugün Savcı Zekeriya Öz’ün yeni HSYK tarafından soruşturmadan alınmasına bir şey demeyecek. Ergenekon davasını destekleyenler ise şimdiden “esas adam o değildi zaten” demeye başladı.

Dört yıl önce elini taşın altına sokan, böylece işini yapıp evine gitme konforunu bozan bir savcı ise tüm bunlardan daha iyi bir vedayı hak ediyordu. 33 yıl önce yapamadığımızı, 33 yıl sonra yapmayı becerebilmeliydik. Dokunanı yakan şeye elini uzatacak başka savcılar için...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder