Sayfalar

HOŞGELDİNİZ, ŞEREF VERDİNİZ...

22 Aralık 2010 Çarşamba

Erken başlayan soykırım mesaisi



Mensur AKGÜN / STAR 22.12.2010

Türk diplomasisinin mutad soykırım mesaisi bu yıl erken başladı. Normalde mevsim Mart ayı başında açılır, Nisan ortalarına doğru mücadele yoğunlaşırdı. Ama bu yıl olağanüstü bir şey oldu, genel seçimlerle yenilenen Amerikan Temsilciler Meclisi’nin son günlerinde konunun gündeme girme olasılığı belirdi.
Bunun üzerine Dışişleri Bakanı Davutoğlu muhatabı Hillary Clinton’ı aradı, Başbakan Erdoğan Başkan Obama’ya ilişkilerin bozulabileceğini hatırlatan bir mektup gönderdi. Eminim Washington Büyükelçisi Namık Tan da mesaisinin büyük bir kısmını bu amaç için harcıyordur.

Amerika’daki Türk dernek ve federasyonlarının tüm enerjisini münhasıran bu işe adadığını zaten okumuşsunuzdur. Onlar harıl harıl mektup ve mail yazmak peşinde. Üyelerini Temsilciler Meclisi’nin etkin isimlerinin ofislerini aramaya yönlendiriyorlar. Aynı şeyleri Ermeni lobileri de yapıyor.

Fakat görünen o ki bu kez de ‘zaferi’ biz kazanacağız, siyasi ve diplomatik ağırlığımız sayesinde 24 Nisan’ın ‘soykırım’ sözcüğü ile birlikte anılmasını önleyeceğiz. Yeni Temsilciler Meclisi Ocak ayında işe başlayınca da mücadelemiz sürecek, çok büyük bir olasılıkla bu yılı da ‘kazasız-belasız’ atlatacağız.

***

Obama’nın söylediği gibi Türkiye Amerika açısından önemli bir ülke, bu yüzden de kırılmamayı, üzülmemeyi hak ediyor. Zaten Obama’nın kendisi de geçtiğimiz yıl yayınladığı 24 Nisan mesajında kavramın orijinalini kullanarak hem Türkleri, hem de Ermenileri mutlu etmişti.

Şimdi bunun ötesine geçmenin, yüzünü doğuya döndürmüş olan Türkiye’yi küstürmenin anlamı yok. Üstelik, Meclis içi muhalefetin İncirlik’teki nükleer başlıkları eski bir Washington büyükelçisinin ağzından dile getirdiği günlerde böylesi bir hesaplaşmanın Amerika’nın uzun dönemli çıkarlarına hizmet etmeyeceği de kesin.

Belli ki Haziran ayındaki seçimlerde iktidar değişikliğinden de medet ummak anlamsız. Bu konuda CHP de AKP’den daha farklı düşünmüyor. Hatta AKP yönetimi CHP’den çok daha ‘liberal’. Ayrıca, kamuoyu yoklamaları AKP’yi CHP’deki tüm yenilenme çabalarına rağmen hâlâ lider parti olarak gösteriyor.

Dahası darbe ile iktidar değiştirme olasılığı da tamamen ortadan kalktı. Artık Washington’daki düşünce kuruluşlarında bile kaos senaryoları üstünden simülasyon egzersizleri yapılmıyor. Ergenekon çöktü. Genelkurmay Kürt sorunu üstüne dahi ağız tadıyla bir siyasi açıklama yapamıyor.

AKP liderliği de Amerika’da giderek daha fazla etkili olmaya başladı. Foreign Policy dergisinin son sayısındaki 100 küresel düşünce insanı arasında Ahmet Davutoğlu’na yer ayrılmış olması boşuna değil.

***

İyi de 24 Nisan’da kimin ne diyeceği yıllardır verilen bu siper savaşına, harcanan onca paraya ve diplomatik enerjiye değer mi? 1915 yılında yaşanmış olduğunu Türkiye’nin epeydir kabul ettiği bir insani trajediyi birileri daha soykırım olarak görse ve ansa ne fark eder?

Unutmayalım ki ‘soykırım’ nihayetinde hukuki teknik bir terim. Tanımını 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesinde buluyor. Bildiğiniz gibi söz konusu sözleşmenin amacı böylesi insanlık dışı eylemlere karışanların bireysel olarak cezalandırılmalarını sağlamak.

Cezalandıracak olan da öncelikle suçun işlendiği ülkenin mahkemeleri. Tehcir 1915’de değil de diyelim ki 1960’da yaşanmış olsa, bu olaydan sorunlu olanları tıpkı Ergenekon davasında gördüğümüz gibi bizim mahkemelerimiz yargılayacaktı. Kimse size, bana ya da devlete hesap sormayacaktı.

Diyebilirsiniz ki Amerika Tehcir sırasında soykırım suçu, daha doğrusu suçları işlendiğine hükmederse, geçtiğimiz günlerde Kaliforniya’daki bir mahkemede gördüğümüz cinsten davalar çoğalır ve mülkiyet meselesi başımıza bela olur.

Evet haklısınız, olabilir. Ama mülkiyet meselesi hak kaybının sırasında olan olayın ya da işlenen suçun niteliğinden bağımsız olarak düşünülmesi gereken bir konudur. Ulusal ve uluslararası hukuktaki gelişmeler Türkiye’yi günün birinde tazminat ödemek zorunda bırakabilir.

Ancak bu yüzden diplomatik siper savaşını sürdürmek, değişen, büyüyen ve etkisi artan Türkiye’nin küresel çıkarlarına zarar vermektedir. Türkiye diplomatik enerjisini, siyasi ağırlığını daha verimli ve anlamlı kanallara aktarmak zorundadır.

Diğer yandan siyasetin doğası gereği Türkiye pes ettim diyemez. Ama daha farklı stratejiler geliştirebilir. Mesela Ermenistan ile dondurduğu ilişkilerini buzdolabından çıkartabilir. Mesela Ermeni diasporasına ne demek istediğini, siper savaşı verse de artık 1915 trajedisini tanıdığını, siyasetinin inkar üstüne oturmadığını anlatabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder