Sayfalar

HOŞGELDİNİZ, ŞEREF VERDİNİZ...

4 Temmuz 2010 Pazar

Ümit



Ahmet ALTAN / TARAF 04.07.2010

Biliyorum, ortada çok fazla kan, ölüm, nefret var.

Ama bu sürgit devam etmez.

Bir bıçağı keskinleştirmek gibidir şiddet, bıçağı biley taşına tutarak incelttikçe bıçak keskinleşir ama keskinleşmek aynı zamanda “eksilmek” ve güçsüzleşmek manasına gelir.

Bıçak inceldikçe keskinleşir, inceldikçe keskinleşir ve bir noktadan sonra daha fazla keskinleştirmek istediğinizde kırılıverir.

Bizde de şiddet yükseldikçe yükseliyor, ruhumuz nefretle bilenerek keskinleşiyor ama keskinleştikçe de “kırılma” ve bıkma noktasına daha hızla yaklaşıyor.

İnsan ruhunun şiddeti ve nefreti taşıyabilmesinin bir sınırı bulunuyor.

Ve, biz yirmi beş yıldır süren ve son zamanlarda daha da “keskinleşen” şiddetle bu sınıra yaklaşıyoruz.

Toplum kendi şiddeti ve nefretiyle yoruluyor.

Kürt ve Türk evlerine gelen genç cenazelerin ağırlığı gittikçe artıyor.

Şiddeti yükseltenler, “hayatın denetimini” ele geçirdiklerini sandıkları anda insanlar birdenbire bu kutsanan şiddeti “anlamsız” buluverirler.

Ölümün bütün haşmetine rağmen hayatın kuvvetli direnci, kendini ölüme karşı korur.

Bu koruma, insan zihninde aniden beliriveren “bu ölümlerin ne anlamı var” sorusuyla ortaya çıkar.

Bu “değişim” ânına yaklaştığımızın işaretleri belirmeye başladı.

Önce “Türk” Müslümanların bir bölümü “Kürt haklarına” sahip çıktı.

Bu çok önemli bir adımdı bence.

Ardından Diyarbakır’da 99 sivil toplum kuruluşu silahların susması için çağrıda bulundu.

Dün 45 kuruluş daha yayınladıkları bildiriyle bu çağrıya katıldı.

Sanırım PKK yönetimi içinde kulakları en hassas olan kişi Apo.

Kendi halkının derinliklerinden gelen sesleri ilk o duydu gibi gözüküyor.

Avukatları tarafından dün açıklanan son konuşmasında sivil toplum kuruluşlarının çağrısına katıldığını belirterek, “karşılıklı eylemsizlik” isteğini destekledi.

“Çözümün Meclis’te olduğunu” söyledi.

Beş maddelik bir değişimin “ortamı” sakinleştireceğini açıkladı.

Bu beş maddelik değişiklik yapılmayacak bir şey değil, zaten birkaçını gerçekleştirmek için Meclis’te hazırlıklar sürüyor.

Bu gelişmeler beni ümitlendiriyor.

Çünkü “barış ve sükûnet” talebi bu kez toplumun içinden yükseliyor.

İki halk da bu isteği kuvvetli bir şekilde vurgularsa, böyle ortaklaşa bir isteğe karşı durabilecek hiçbir güç yoktur.

Eğer Türk sivil toplum kuruluşları da Kürt kuruluşlar gibi toplu taleplerini dile getirirlerse, barış hareketi daha da büyür.

Ben bunu yapacak kuruluşlar çıkacağına eminim.

Neticede, eşit, özgür, mutlu bir toplum istiyoruz.

Ve, bizim sayımız iki tarafta da sanılandan çok daha fazla.

Üstelik şiddet yükseldikçe bizim sayımız daha da artacak.

Bundan sonra, şiddetin her yükselişi, şiddet yanlılarına değil, şiddet karşıtlarına yardım edecek.

Şiddet yanlıları çıkmaz bir sokağa girdiler.

Toplum o hale geldi ki şiddeti durdursalar da, arttırsalar da “barışa” yardım edecekler.

Apo’nun da bu gerçeği gördüğünü sanıyorum.

Eğer barış isteklerine karşı durur, barış isteklerini ezmeye kalkarsanız ve bütün bunlara rağmen barış olursa tarih sizi kenara atar.

Ama barış isteğinin gücünü fark eder ve o gücü kendi gücünüze katarak barışa öncülük ederseniz varlığınızı ve etkinizi sürdürürsünüz.

Şiddetin yükselmesinin de, durmasının da “barışı” hızlandıracağı bir “doyma” sınırına yaklaşıyoruz toplum olarak.

Burada amaç, bu barışın mümkün olduğunca az ölümle ve acıyla kazanılması.

İki yandaki şiddet yanlılarının artık gidebilecekleri çok da fazla yol kalmadığını vakitlice görmeleri.

Zaten anlatmaya, söylemeye çalıştığımız da bu.

Toplum bazı gerçekleri “şiddetle” birlikte fark etti, şiddet “gerçeği” gösterdi ama o gerçeklerin gereği olan çözümü şiddet sağlayamaz, onun işlevi sona erdi.

İki tarafta da çok uzun zamandan beri iktidarı elinde tutan “silahın” önemli bir ağırlığı olsa da artık insanlar bu iktidara karşı çıkıp konuşabiliyorlar.

Çok ümitlendirici bir gelişmeyi yaşıyoruz.

Bu ümidi yaratan ses hayatın sesi ve emin olun bu ses, ölümün sesini bastıracak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder